Manşetler

Allah’ın Selamı ve Rahmeti
üzerinize olsun ey Allah’ın Resulü

Allah’ın selamı ve rahmeti senin üzerine olsun, ey Allah’ın şefaatçisi, Allah’ın sevgili kulu! Efendimiz (s.a.v) hakkında mektup yazmaya nasıl başlayacağımı bilmiyorum. O (s.a.v) nerede ve biz neredeyiz?! Bütün vücudum, ellerim titriyor. Ama korkarak, ürkerek, yine de yazmaya başlıyorum… Herkesin en modern iletişim araçlarıyla birbirine yazdığı, güzel ve zengin sözlerle çok fazla mesajın gönderildiği bir dönemde yaşıyoruz. Artık birbirini sevenler bu şekilde iletişim kuruyor. Uzun zamandır Efendimize (s.a.v) mektup yazmak istiyordum ama cesaret edemiyordum. Bu kadar düşündükten sonra yazmaya başlamak için gereken gücü ve enerjiyi topladım ama onu size nasıl göndereceğimi bilmiyorum sevgili Peygamberim?! Gelin ben size yazayım, gerisini Rahman ve Rahim olan Yüce Allah’a emanet edelim. Yazmaya karar verdim ama nasıl ve nereden başlamalı.

Alemlerin Rabbi, bizi utandırma, utandırma!
Efendimiz size bir mektupla ulaşmaya çalışıyorum!… Sizin sevginizle kuşatıldım. Yazılarım sana layık olamaz ama bu mektubu sizin için yazıyorum ey sevgili Allah’ın Resulü! Çünkü seni çok seviyorum. Çünkü, Allah sizi alemlere rahmet olarak gönderdi. (Enbiya, 107). Siz Allah’ın seçilmiş kulu, seçilmiş Peygamberisiniz! Yüce Allah şöyle buyuruyor: “ Şefaatçi sana ne verdiyse onu al! Size haram kılınanlardan sakının!” (Haşrî, 7)

Ey Allah’ın Resulü, sizi yıllardır tanıyoruz ama artık size yönelecek gücü ve cesareti toparlayamıyoruz. Dünyadaki pek çok insanın sizi henüz tam olarak tanımamasından duyduğumuz üzüntüyü ifade etmek istiyoruz. Sizi tanıdıklarını, sanıyorlar ama yalnızca boş, kuru bilgilerle dolduruluyorlar. Sizi manevi olarak tanımadıkça doğru bulamıyoruz. Böyle bir yaklaşım, bu kadar yüzeysel değerlendirmeler, bu kadar duyarsızca sonuç çıkarmak, bu kadar sevgisiz davranmak insana bir şey katar mı?! Sizi tanıyamıyoruz ya Resulullah, gerektiği gibi anlayamıyoruz! Bunun için utanmalıyız, ancak tam tersine bunun farkına varamıyoruz ve içimizdeki boşluğu doğru hissedemiyoruz. Etrafımda ki gençlere Resûlullah ve sahabelerle ilgili kaç kitap okudunuz mu diye sorduğumda şaşırıyorlar. Sevdiğiniz biri hakkında bilgi sahibi olmak gerekmez mi diye sorduğumda da ise sessizce bakıyorlar.

İlk ayeti alıp insanlara getirdiğinizi, size güldüklerini, inanmadıklarını, size hakaret ettiklerini çok iyi hatırlıyoruz. Şimdi bile bazı insanlar sizin ve ashabınızın İslami yaşam tarzını araştırmaya başladıklarında benzer bir duruma düşüyorlar. Diyorlar ki: “Şimdi farklı bir dönemdeyiz, bugün bakın, o zamanki toplumla bugünkü toplum arasında hiçbir benzerlik yok.” doğrusu. Aslında yaşadığımız olumsuzlukları tek tek yazacaktım ama yapamadım ve cesaret edemedim, sizi üzmekten korktum. Bugün çevremizde Müslüman mı kalacağını, yoksa İslam’ı mı kabul edeceğini bilmeyen pek çok insan var. Onlara nasıl yardım edeceğimizi bilmiyoruz. Ne yapacağız…

Bilimsel açıdan biz de uçuruma düştük. Her şeyin ana argümanı olarak sizi alamadık, oysa her şey her yerde yazılıyor. Ne yazık ki bunu hayatımızda uygulayamadık.

Bilimsel açıdan bakıldığında sizin ve sevgili Sahabeniz hakkında pek çok eser üretildi ama gereğinde vakit ayırmadıktan, okumadıktan, dinlemedikten sonra bu nereye varır, hiç düşündük mü?

Kıyamet gününde sizin nurlu yüzünüze nasıl bakacağız?! Ama yine de her şeye rağmen sizi gerçekten tanımak, size ulaşmak, sizi sevmek en büyük arzumuz. Yüce Allah’a hamd olsun, her şeye rağmen sizi hissettik; Tüm engellere rağmen siz gidene kadar size ulaşmaya çalışıyoruz. Siz her zaman kalbimizin, evimizin baş konuğusun Ya Resulallah! her zaman…

Sizi her zaman davet ediyoruz! Hayatımıza gelin, evlerimize gelin!
Mektubun anlamı kişi ve olayla doğru orantılıdır. Düşüncelerimizin anlamı ve içeriği buna göre artar veya azalır.

Ey Allah’ın Resulü, senden daha üstün olan var mı?!
Efendimiz sizin bize öğrettikleriniz insanlar arasında tartışma konusu olamaz, Yüce Allah sizi her bakımdan üstün vasıflarla donattığını söylemektedir. Sizin bizim biricik peygamberimizsiniz!

Size bu mektubu yazma nedenimiz nedir?
Sizin hakkınızda çok şey yazıldı. Hayatınız, işiniz, mücadeleleriniz ve liderlik şekliniz hakkında bir çok şey yazıldı. Bende, size bir mektup yazmaya karar verdim. Allah’ın Resulü! Kıyamet gününde bana şefaat et ve bu zavallı kulunu tanıdığını söyle. Herkes sevdiğini anar, sevdiğine mektup yazar, herkes sevdiğini, sevdiğine yazar.

Sevdiğimiz sensin ya Resulullah! Bana kalemi kazandıran işte bu duygudur ve bu yüzden binlerce ve binlerce mümin size “Salatu Selam” gönderiyor!

Müslümanların annesi Aişe (r.a.) “Onun ahlâkı, ahlâkı bizzat Kur’an’dı” diyor ve böylece dikkatimizi sizlerle birlikte Kur’an’a çeviriyor. Sonuçta siz şunu emrediyorsunuz: “Benim sünnetime uymayan benim değildir.” Bizi titreten ve korkutan söz tam da budur – sizin sünnetinize uyun!

Direnmeden, eleştirmeden, gurur girdabına kapılmadan…

Sözünüzün yerine getirilmesi, yerine getirilmesine duyulan sevgi. Sözünüzü yerine getirerek yolumuza devam etmek. Buna tam itaat denir, buna sizin tarafınızda olmak  denir!

Körü körüne bağlılıktan bahsetmiyoruz. Sevgiden, sevgi dolu, yumuşak bir yürekten, imandan, ibadetten bahsediyoruz. İnsan birisini sevdiğinde, yemek yerken, otururken, ayaktayken her zaman ve her durumda bu davranışı bir yaşam biçimi olarak benimser. O olmadan hayatta kalamaz. Onsuz varoluşu düşünemez bile. Herkesi ve her şeyi kendisiyle birlikte düşünecektir. Şüphesiz siz, onsuz var olamayacağımız Allah’ın Resulüsünüz! Siz, bizim için her şeysiniz! Sizinle her şey aydınlık! Siz olmadan her yer karanlık, Siz olmadan her şey renksiz ve her yer uçurum…

Sevgili arabulucu (s.a.v), biz sizi gereğinde tanıyamamaktan, sevememekten, anamamaktan utanıyoruz. Sizi gerektiği kadar tanıyamadık, başkalarını da tanıtamadık. Başkalarına örnek olsun diye sizi örnek almayı başardığımızda, işte o zaman insanları etkilemeyi başaracağız, o zaman siz her zaman kalbimizde olacaksınız. Her şeyin başlangıcı sizin sevginiz. Elbette sizi gereğince tanısaydık bugün bu durumda olmazdık. Her birimiz bir sevgi şelalesi gibi size doğru akar, Kur’an ve Sünnet’e bağlanır, seçilmiş sahabeler gibi tek yumruk haline gelirdik.

İçimize girdiler… Aşılamayacak engeller yarattılar. Yolları dolambaçlı, ulaşılmaz labirentler yaptılar, aşılmaz, ulaşılmaz dağlar yükselttiler.