Manşetler

RUH VE BEDEN,
İMAN VE VATAN
ALLAH’IN HİKMETİ

İlk kez 1991 yılında Kur’an’ın harflerini tanıdım. 2001 yılında İlahiyat Fakültesine girdim. O günden bu yana hem okuyorum hem de aktif olarak ders vermeye çalışıyorum. Hemen hemen her hutbemde geçmiş toplumların maruz kaldığı fiziki ve psikolojik inanç teröründen bahsediyorum. Ayrıca Mekkeli müşrikler, münafıklar ve Yahudiler tarafından zulme uğrayan ve aşağılanmaya çalışan Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Bu hikayeleri her anlattığımızda o yıllara dönüyoruz, bazen duygularımıza hakim olamıyor ve ağlıyoruz. Hiçbir zaman dile getirmesek de içimizde o çağda ve o insanlarla birlikte yaşama, imanın tatlılığını, gençliğini hissetme arzusu var.

Keşke Bilal’in çıplak vücuduna büyük bir taş konulduğunda ve ağır işkencelere maruz kaldığında imanına şahit olabilseydik!

Keşke “Sahabe” sayısı 40’a ulaştığında el ele Kabe’ye yürüyenlerden biri olsaydık.

Keşke Uhud’da Resûlullah (s.a.v.)’in bir dişi yerine biz kesilseydik, onun bütün dişleri kırılacaktı.

Keşke ilk şehit olan biz olsaydık.

Keşke efendisinin ateşle işkence ettiği Habbab ya da Allah’a inandığı için dayak yiyen Ebu Zer olsaydık!

Keşke yıllarca boykot edilen, aç ve susuz bırakılan ama asla pes etmeyen ve ayağa kalkmayan o Sahabelerin bir parçası olsaydık!

Keşke şefaatçinin küçük bir tebessümünü kazanmak için her türlü sıkıntıya ve işkenceye katlananların saflarında olsaydık!

İmanın zirvede olduğu, cennet sakinlerini dünya gözüyle görebildiğimiz bir çağda yaşamak isterdik.

Keşke o kaya gibi sağlam iman ve sabra, sarsılmaz sadakat ve itaate sahip insanları görebilseydik!

Bazen uzun uzun düşünüyorum. O dönem geçti artık ve ben artık bu kadar imana, sabra ve itaate sahip bir insanın asla gelmeyeceğine ve tesellisi mümkün olmayan acılara yenik düşeceğime inanıyorum. “Ne kadar mutsuz bir çağda yaşamak zorunda kaldık” – üzüntüyle kendime sesleniyorum.

Ama “Ey insanlar, iman edin!” üzerinden neredeyse 10 ay geçti. Biz bu ayetlerin nüzulüne açıkça şahit olduk.

Rabbim’e teşekkür ediyorum, kalbimde imanın gücü arttı, Allah bizi korusun, sanki daha önce doğru dürüst inanmamışım da şimdi hissediyorum.

Filistinlilere hayretle bakıyorum.
 Kardeşini gömen genç gülümseyerek, ” Hasbunallahu ve ni’mel vekil”, “Elhamdülillah” diyerek, kardeşinin şehadet etmesine seviniyor ve “İnşallah sıra bana da gelir!” diye ekliyor.

 Bombalamada çocuğu ölen bir adam, çocuğu kucağına alıp annesine “İşte çocuğum!” diye bağırıyor. Allah’ın rızasını hak ediyor muyum?

Hak ediyorsam Elhamdülillah!

Benden daha fazlasını alsın Rabbim!’

 6 çocuğu şehit olan kadın, “Bize sadece Allah yeter!”

 10 yaşındaki küçük bir kız gülümseyerek şöyle diyor: “Allah bizi sevdiği için ayırıyor.”

 Meyve suyu içen gençler, “Burada içtiğimiz son içecek bu, geri kalanını cennette içeriz” diyor, “Cennette görüşürüz” diye bağırıyorlar.

 Gençler kendilerini tankların önünde bulduğunda gülüyor ve halk oyunları oynuyorlar.

 Kadınlar çocuklarını sokaklara çıkarıp şehit olmayı bekliyor.

 Elleri bağlı ve ölüme hazırlanan gençler gülüyor ve zafer sloganları atıyor.

– 10 yaşındaki çocuk dedesinden ekmek almıyor ve şöyle diyor: Dede, ben oruçluyum.

“Ben her zaman oruç tutuyorum çünkü oruçsuz Allah’ın huzuruna gitmek istemiyorum” diyerek yemek yemeyi reddediyor.

 65 yaş üstü büyükanne ve büyükbabalar, bombalama mağduru olmalarına rağmen Kuran ayetleri okuyarak kendilerini teselli ediyor.

Gerçekten donuyorum.

Bunlar ne tür insanlar?

Arkadaşlar söyleyin Allah aşkına gerçekten 2024’te miyiz?! Lütfen biri çıkıp bana bu insanlarla aynı çağda yaşadığımızı söylesin.

Biz aynı dine mi mensupuz?

Bugün eğleniyoruz, yiyip içiyoruz, insan kalamadık, bombalanan bir binanın yıkıntıları üzerinde duran 10 yaşındaki bir çocuk şöyle bağırdığında bu terörü tanımakta bile zorlanıyoruz: “Filistin benim vatanımdır, ne yaparlarsa yapsınlar buradan ayrılmayacağız!” Bu 10 yaşındaki çocuğun anne ve babasını bu dönemin anne ve babasıyla karşılaştırabilir misiniz?!

Ayağını ayağına dayayıp “Ne işim var, Filistinliler, Araplar her şeyi hak ediyor” diyen adam aynı cenneti hak eder mi? Peki bu sırada harabelerde ölü 4 çocuğunu arayan adama ne diyeceğiz?

Oturduğu sofrayı beğenmeyen, kuş sütünden bile mahrum kalmayan oğlumuz ile kız kardeşini düşmandan korumak için elinde taştan başka hiçbir şeyi olmayan oğlan aynı cenneti hak ediyor mu?

Dişlerini fırçalamak, bulaşık yıkamak için tonlarca su harcayan kişi ile kanalizasyondan su içen, suyu “şeytan” tarafından tıkanan ve uygar dünyanın tercih ettiği kişi aynı cenneti hak eder mi?

Eşimin ve çocuklarımın hayatta olup olmadığını bilmiyorum.

Artık benim için hiçbir önemi yok.

Evden çıkıp “Vatan özgürlüğü bizim için daha önemli” diyen kahraman gençler ile sokakta yürüyen kadınları çekinmeden, utanmadan ayak parmaklarından tırnağına kadar her santimini inceleyenler aynı ödülü mü alacaklar?

Tamamı Kur’an hafızlarından oluşan ve onlarla namaz kılmayanları saflarına kabul etmeyen bir avuç insanın imanı, namazı zorla kılanlarla aynı seviyede olacak mı? Sabah namazına kalktınız m?!

Arkadaşlar Filistinlilere bakın! Cennet sakinleri 2024’te Filistin’de yaşıyor.
Yüzleri iman nuruyla aydınlanan bu seçilmişlere yakından bakın! Biz şanslı bir milletiz, çünkü herkesin cennetin sakinlerini dünyevi gözlerle görme şansı yok.

Arkadaşlar, şunu kabul edelim!
Biliyorsunuz, sırf “La İlahe İllallah” (Allah’tan başka ibadet edilecek ilah yoktur) dediğimiz için mutlaka Cennete gireceğimizi sanıyorduk. Filistinliler birkaç aydır bize şunu söylüyorlar: “Durun, test edilmeden cennette sonsuz bir meskeni miras alamayacaksınız.” diyerek. Bize iman dersleri veriyorlar. Bir insanın ne kadar dindar ve vatansever olması gerektiğini, canlarıyla, bütün dünyevi mallarını kaybederek, bütün dünyaya gösteriyorlar.

Allah Sözü’nü baştan sona okursanız müminlerin, münafıkların, kâfirlerin ve müşriklerin özelliklerinin açıkça belirtildiğini görürsünüz.

Muhtemelen beni Filistinlilerin Kuran ayetlerinde anlatılan “mümin” özelliklerinin tamamına sahip olduğuna ikna edeceksiniz.

Biz mi?
Maalesef Kuran’da bahsedilen münafıkların özelliklerine sahip olduğumuzu kabul etmek zorundayız.

O yurtta durumumuzun ne olacağını bilmiyorum.

  1. yüzyılın “uygar” dünyası böyle devam ederse hiçbir yere kaçamayacağız, bu arada bir sürpriz de kaçınılmaz olacak.

Ancak bu sürprizin bizi cennete mi yoksa cehenneme mi götüreceği bilinmiyor.

Bugün Ukrayna’da, Filistin’de ve işgal altındaki tüm devletlerde işgalci, onları bombalarla korkutmaya çalışıyor, onları aç, susuz ve elektriksiz bırakarak direnişlerini kırmak istiyor; Bebeklerin kuvöze alınmasını bile istemeyen şunlara bakın! Seni sefil, se! Kiminle uğraştığını anlıyor musun?

Bu insanlar canlarıyla, etleriyle, kemikleriyle, kanlarıyla ve bütün parçalarıyla mümin ve vatanseverdirler.

Üstelik bunlar sadece kimliklerinde milliyeti ve dini yazılı olan, hain mi yoksa ikiyüzlü mü olduklarının hayatı boyunca anlaşılması imkansız hale gelen, silah sesleriyle dokuz dağ ötede ortadan kaybolan insanlar değil. İman olmadan insanın samimi ve vatansever olması mümkün değildir, samimiyetimiz ve vatanseverliğimiz imanla belirlenir, çünkü Allah bize dinimizi ve milliyetimizi bir koli olarak emanet ettiğini ve bu kolinin yerine teslim edilmesi gerektiğini bildirmektedir.

Çocuklarına adaletsizlikle mücadele etmeyi, Allah’ın rızasını kazanan kişinin kaybedecek hiçbir şeyi olmadığını öğrettiler. Ülkelerini ve imanlarını savunmanın kendilerine Allah’ın hoşnutluğunu kazandıracağını bilirler. Burada çocuklarımızı bu şekilde yetiştirmezsek başarı inanılmaz olacak ve herkes bize boyunduruk altına almaya çalışacak. Çocuklarına, inancına, milliyetine bakılmaksızın herkese saygı duyulması öğretildi, yerel Hıristiyanların namaz sırasında Müslümanları nasıl koruduğunu görmediniz mi?! Kilisenin anahtarının bir Müslümana ait olduğunu bilmiyor musun? Müslüman, Hristiyan fark etmeksizin herkesi öldürdüklerini duymadınız mı?! İnsanlığın nerede kaybolduğunu anlamıyorum, nerede?!

O yüzden unutmayın ne yaparsanız yapın bu insanları korkutamazsınız. Çünkü bu insanlar Allah’tan başka hiçbir şeyden ve hiç kimseden korkmazlar. Sen ancak dünyevi menfaatlere kapılan ve onların tek kaygısı sefalet içinde yaşamak olan insanları korkutabilirsin.

Mortgage borcunu ödeyememe korkusuyla kalbi küt küt atan, hangi model araba alacak diye uykusuz kalanları korkutabilirsiniz.

Her gördükleri mağaza vitrinine göz dikip, dolapları dolu olmasına rağmen beğendiği kıyafet ve ayakkabıları satın alan insanları korkutabilirsiniz.

İki yılda bir mobilyasını değiştiren, eski model telefonla sokağa çıkmaktan çekinenleri korkutabilirsiniz.

Camileri boş, stadyumları, alışveriş merkezleri dolu, dini ve milli değerlerin önemini kavrayamayan bir toplumu korkutabilirsiniz.

Amacı çocuklarını doktor, mühendis ve finansçı olarak yetiştirmek olan kişileri, ister inançlı, ister vatansever olsun, korkutabilirsiniz, asıl mesele kaygısız bir yaşam yaratmaktır.

İşini kaybetmeyi, namazı kaçırmaktan daha nefret verici bulan insanları korkutabilirsiniz.

Her türlü yiyeceğin bulunduğu sofradaki yemeklerden hoşlanmayan, istediği yiyecek olmadığı için burun kıvıran insanları korkutabilirsiniz.

Kalpleri rızık korkusuyla titreyen insanları, rızkın Allah’ın garantisi altında olduğunu dilleriyle söylediklerinde korkutabilirsiniz. Ama “Her şey Allah’ındır” diyenlerden korkamazsınız. O yüzden sakın inançlı ve vatansever insanları kırmaya çalışmayın, başaramazsınız, başaramayacaksınız da!

Rezo Mikeladze

Gürcistan Müftü Yardımcısı